4 Aralık 2010 Cumartesi

GAUTAMA BUDDHA



Gautama Buddha, M.Ö. 563-483 arasında Hindistan'da yaşadığı tahmin edilen ruhani öğretmen ve Budizm'in kurucusu. Doğduğunda adı Siddhārtha Gautama'dır. (Sanskrit; Pali: Siddhāttha Gotama). Prens Siddharta ya da Śākyamuni (Sakya kabilesinden gelen bilge) adlarıyla da anılır.
Budistler tarafından tüm dünyada Buda olarak kabul edilir. Sanskritçe'de "uyanmış kişi" anlamına gelen Buddha, peşine düştüğü yaşam ve ölümün ardındaki gerçeğin arayışı sonucu Siddharta Gautama'da oluşan ruhani aydınlanmayı anlatmak için kullanılan bir unvandır.
Başka dinlerde de kutsal bir figür olarak kabul edilir. Kimi Hindu metinlerde insanları Vedik dinden soğutmaya çalışan tanrı Vişnu'nun avatarı olarak betimlenmiş, Bahailik'te ise bir peygamber sayılmıştır.

Siddhartha, ailesinin ona verdiği bir isimdir. “Amacına ulaşmış” demektir. Gautama ise, Buda'nın mensub olduğu ailenin ismidir. Gautama, Shakyamuni (Pali'deki Shakya'nın bilgesi, "śakamuṇi" 釋迦牟尼), olarak da bilinir.
Buda olarak bilinen Siddhartha Gautama, Tathagata (kusursuz bilgeliğe ulaşmış kimse) olarak da anılır.

Doğum ve ölüm tarihleri kesin değildir. M.Ö. 563 yılında yaşadığı tahmin edilmektedir. Ancak yapılan yeni araştırmalar bu tarihi değiştirmiştir. Elde edilen bu yeni bilgilere göre; Siddharta tahmin edilen tarihten on yıl, belki de yüz yıl sonra doğmuştur. 20. yüzyıl bilimadamlarının çoğu İsadan Önce ö.560 d.483 tarihlerini uygun bulurken, ölümü için 410 ile 400 yıllarını öneren tarihçiler de bulunmaktadır. Bir rivayete göre; Siddharta’nın Hindistan’ın kuzeydoğusunda bugünkü Nepal sınırının yakınlarında yer alan Lumbini’de doğmuştur. Nepal sınırının yakınlarında Kapilavastu şehrinde hüküm süren Sakya hanedanınına mensuptur.
Babası Suddhodana (bugünkü Hindistan - Nepal sınırları içinde bulunur) Şakya kabilesinin kralıdır. Buda’nın kral olan babasının saray törenlerinin ihtişamlı ve abartılı olması, muhtemelen asil bir aileden gelmelerinden kaynaklanmaktaydı. Annesi Maya ve babası Suddhodana, ona “amacına ulaşan” anlamına gelen “Siddharta” ismini verdiler. Lakabı “Shakyamuni” ise kökenini belirtir ve “Shakya ailesinden gelen” anlamını taşır. Siddharta’nın doğumundan sonra onun, dünyaya egemen olacak veya acı dolu dünyaya bilgelik getirecek kişi olacağı tahmin edilmiştir.
Siddharta Gautama her şeye sahip olduğu, dünyadaki tüm sorunlardan uzak kaldığı bir sarayda yaşamıştır. Babası, oğlu Siddharta’nın ondan sonraki kral olmasını istemiş, oğlunun sokaklarda yaşlılığı, hastalığı ve ölümü görmemesi için kraliyet sarayından uzaklaşmasına fazla izin vermemiştir.

Siddharta Guatama, Hint Tanrısı Brahma’ya hayatının sonuna kadar, kendini insanlığı acıdan kurtarmaya adayacağına söz vermiştir. Nedeni ise 29 yaşındayken hayatın gerçekte ne olduğunun,zenginliğin, lüks hayatın hiçbir mutluluk getirmediğinin, insanların yaşadıkları acıların ve önceki hayatının ne kadar anlamsız olduğunun farkına varmış olmasıdır.
Efsaneye göre; bir keşiş ateşli hastalığı ve çürümekte olan bir cesedi görmüş ve bunun üzerine tüm bu acılara çıkış yolu bulmaya karar vermiştir.(Aslında Buda’nın hayatında efsaneleri gerçekten ayırmak çok zordur.)

Siddharta Buda 29 yaşındayken tek oğlu Rahula’nın doğumundan kısa bir süre sonra, çocuğunu, karısı Yasodhara’yı ve şehrini terk edip çilenin ve acıların kurtuluş yolunu aramaya koyulmuştur.
Altı yıl boyunca Ganj vadisinde çilekeşler gibi dolaşmış, ünlü din eğitmenleriyle (adamlarıyla) bir araya gelmiş, onların yöntemlerini takip etmiş, çalışmış ve çilecilik öğretilerini sıkıca uygulamıştır. Fakat belli bir süre sonra bu dinlerin ve bilgilerinin onun amacına yönelik olmadığını anlayarak vazgeçmiştir. Onları bıraktıktan sonra, öncelikle derin düşünme (Meditasyon) teknikleriyle kendi yolunu aramaya başlamıştır. Diğer din öğretilerinin aşırılığını önlediği için bu durumu “orta yol” şeklinde tanımlamıştır. Siddhartha Gautama’nın ölümünden sonra, hayat hikâyesi öğrencilerinden oluşan Sangha Topluluğu tarafından derlenmiş ve çok uzun bir süre sözlü olarak aktarılmıştır.

Lumbini, Budizm’in kurucusu Siddhartha’nın doğduğu yerdir. Bugünkü Nepal sınırı yakınlarında bulunmaktadır (Rupandehi Bölgesi). Himalaya’nın eteklerinde ve Hindistan’ın kuzeydoğusunda yer almaktadır. 1896 yılında yapılan arkeolojik çalışmalar sonucu bulunmuştur. Burada bulunan en önemli kalıntı, M.Ö.245 yılında Budist Kral Ashoka’nın yaptırdığı 6,5 m. yüksekliğindeki dikili taştır. Bu dikili taşta yazılanlar Hintçe ve Magadhi dilinde şu şekilde ifade edilmiştir:
“Budist Kral Devanampiya Piyadasi (Ashoka), taç giydikten 20 yıl sonra buraya geldi ve Sakya kabilesinden olan Buda burada doğduğu için hayranlığını dile getirdi. Bu yüce insanın burada dünyaya gediğini gösteren bir dikili taş yaptırdı. Lumbini halkından vergi almadı ve doğal kaynaklardan alınan payı sekizde bire düşürdü”. (Hindular, “Durga Puja” bayramında özellikle önem verdikleri tanrılarının heykellerini yaparlar. Onların günahlarını aldıklarına inanırlar. Bu heykelleri Ganj Nehri’ne veya bu nehir gibi kutsal sulara atarlar.)

Siddhartha, Sakya kabilesindendir. Bugünkü Nepal sınırı yakınlarında bulunan Kapilavastu şehrinde hüküm süren kral Shuddhodana ve kraliçe Mahamaya’nın oğludur. Askeri ve yönetici sınıf olan Kshatriya (Kast sistemi) ailesine mensuptur.
Siddhartha’nın doğumundan önce, annesinin onu rüyasında beyaz bir fil şeklinde gördüğü söylenir. Daha sonra Siddhartha, Lumbini’de dolunaylı bir gecede doğmuştur. Birçok Hindistan ülkesinde Vesak Bayramı kutlanmaktadır. Bu önemli Budist Bayramı’nda Siddhartha’nın yaşamından üç önemli olay anılmaktadır: Siddhartha’nın doğumu, Budizm’e başlaması ve Nirvana’ya ulaşması.
Bir kâhin, kral Shuddhodana’ya oğlunun ya çok büyük bir kral ya da çok büyük bir bilge olacağını söyler. Shuddhodana, oğlunu kral olarak yetiştirmek istediği için ona din dersleri verdirtmez. Ancak daha çocukken Siddhartha olağanüstü yetenekli ve çok zeki olduğunu gösterir. 16 yaşındayken Prenses Yasodhara’yla evlenir. Yaşadığı ve ileride başına geçeceği yeri görmeden sarayda yıllarca yaşar.

Kapilavastu, Siddhartha Gautama’nın gençlik yıllarını geçirdiği yerdir. Burada Yashodra ile evlenmiş ve oğlu Rahula dünyaya gelmiştir. Bir gün Kapilavastu’yu gezen Siddhartha, daha önce hiç bilmediği bazı kavramlarla karşılaşmıştır: Yaşlılık, hastalık ve ölüm. Daha sonra Kapilavastu’yu Budistler için hac yeri ilan etmiştir. 29 yaşında acılardan kurtulmak ve aydınlığa kavuşmak için buradan ayrılmış ve yollara düşmüştür.
Fa-hsien, 5.yy. da yaşamış Çinli Budist, keşiş ve gezgindir. Kapilavastu’yu “boşluğun ve yalnızlığın muhteşem bir manzarası” olarak nitelendirmiştir. Burası birkaç keşişin ve en az iki ailenin yaşadığı, aslan, beyaz fil gibi tehlikeli hayvanların olduğu bir yerdir. Fa-hsien, geleceğin Budası’nın keşfedildiği Sakya sarayına, annesinin geleceğin Budası’nı doğurduğu ve banyosunu yaptırdığı Lumbini bahçelerine gidip görmüştür. Buralar az bilinen yerlerdir. Ayrıca tepeler, Stupa’lar (Budistlerin ibadetlerini yaptıkları yer) ve diğer kalıntılar Budizm’in eski zenginliklerinin kanıtlarıdır.
Budist kral Ashoka, M.Ö.3.yy.da Nepal’i ziyaret etmiştir. Orada bir Stupa ve dikili taş yaptırmıştır. Yapılan kazı çalışmalarıyla Stupa’lar, manastır evler ve havuzlar gün yüzüne çıkartılmıştır. Yıldırım düşmesi sonucu ikiye bölünen Ashoka Sütunu 1896 yılında bulunmuştur. Lumbini’ye gidip görülebilir. Son yıllarda Lumbini’nin yakınlarına Tibet ve Theravada manastırları inşa edilmiştir. Bu manastırlar, hac merkezine uzaktır. Ancak dört ana Budist hac sitelerinden bir olan Lumbini, eski önemini yeniden kazanmıştır. (İngiliz arkeologlar, Nepal’de yaptıkları kazı çalışmaları sonucunda Kapilavastu’nun yerini bulduklarını iddia etmektedirler.)
Kapilavastu, Hindistan’ın kuzeydoğusunda yer alan Nepal ve Nepal yakınlarındaki Lumbini’de yer almaktadır. Bu tarihi yer, turistlerin akınına uğramaktadır. Bu turist akını, Kapilavastu’daki tarihi sarayın bu dünya ile öteki dünya arasında bir sınır olup olmadığı konusundaki tartışmalara da bir açıklık getirmektedir.

Siddhartha, bu varlığa rağmen yine de memnun değildir. 29 yaşında, oğlu Rahula’nın doğumundan hemen sonra tasasız bir hayat geçirdiği saraydan ayrılır ve gezmeye başlar. Önce hayatın gerçek yüzüyle tanışır. Rivayete göre; sakat, yaşlı bir adamla, hasta biriyle, bir cesetle ve bir dervişle karşılaşmıştır (“Dört Gerçek”). Siddhartha, bu gerçekleri -yaşlılık, hastalık, ölüm ve acıyı- hayatın ayrılmaz parçaları olarak görmüştür. Diğer yandan refahın ve zenginliğin hiçbir faydasının olmadığını anlamış ve gerçeği aramaya karar vermiştir.
Her şeyi arkasında bırakmış ve münzevi bir hayat yaşamaya başlamıştır. İki önemli bilge kişi Alara Kalama ve Udaka Ramaputta’nın öğrencisi olmuştur. Onlardan yoga ve meditasyon yapmayı öğrenmiştir. Ganj vadisinde altı yıl geçirmiş; ancak orada ne iç huzuru ne de aradığı cevapları bulabilmiştir. Oruç tutmuş; ama bunun da bir kurtuluş yolu olmadığını fark etmiştir. Bu yüzden geleneksel dinleri ve onların yollarını denemeyi bırakmış ve kendini meditasyon yardımıyla bulmaya çalışmıştır.

Siddhartha, dolunaylı bir gecede Bodhi ağacının (incir ağacı) altında meditasyon yaparken aydınlığa ulaştı. O zaman 35 yaşındaydı. Böylece nefret, hırs ve cehaletten arındı ve uyandı.
Uyandıktan sonra Benares (bugünkü Sarnath) yakınlarında yer alan Isipatana’daki geniş vahşi ormanda beş keşişten oluşan bir gruba ilk öğreti sohbetini yaptı. Bu beş kişi, Budist Keşişler Topluluğu’nun (Sangha) ilk üyeleriydi. Siddhartha, Hindistan’ın kuzeydoğusunda 45 yıl boyunca “orta yol” u öğretmeye çalışmış, her kesim önünde konuşmuştur. Hiçbir şekilde sınıf ayrımı yapmamıştır. Kadın-erkek herkes onun öğrettiklerini anlamaya ve onun yolundan gitmeye çok istekliydi.
Sonunda bir gün, Hindistan’ın kuzeydoğusunda yer alan Body-Gaya’daki Neranjara Nehri kıyısında Bodi (incir) ağacının altında otururken ilham gelmiştir, böylelikle Buda “Uyanmış” olur. Siddharta Guatama bu sırada 35 yaşındadır.[az önce de söylenmişti sanki!!!] Bodhi ağacı “bilgelik ağacı” olarak sayılır.
Uyanıştan sonra Buda Guatama, Isipinata’da (günümüzdeki Sarnath) Benares (Ganj nehrinin de içinde bulunduğu, Hindistan’daki kutsal şehir) yakınlarında, “Beşli Askete” (Asket: İnzivada her türlü beşeriyetten arınan) gruba ilk öğretisini anlatır. Bu beş Askete Budist Manastır Topluluğunun (Sangha) ilk dervişleridir. Siddharta Guatama 45 yıl boyunca her gün, kadın erkek tüm halka, krallara ve köylülere, kendilerini dine adayanlara Brahman’lara, dinden uzaklaşanlara, borç verenlere, dilenenlere, azizlere ve hırsızlara bilgi vererek onları aydınlatmak için hep öğretilerini anlatmıştır.

Siddhartha’nın ölümünden Mahaparinibbana Sutta isimli eski kayıtlarda şu şekilde bahsedilir: Buda, son seyahati için yola koyulduğunda 80 yaşındadır. Öğretilerini dinlemek isteyen müritleri ona eşlik ederler.
Bir hikâyede (muhtemelen bir efsanede) ölümünden kısa bir süre önce keşişlerin önünde nilüfer çiçeğinin Buda’nın elinde nasıl açtığı anlatılır. Bu durum karşısında Mahakasyapa’nın dışında diğerleri şaşkındır. O, sadece gülümser. Bu, onun diğerlerinden ne kadar farklı olduğunu gösterir. Bu yüzden Buda, bütün bilgeliğini ve ruhunu Mahakasyapa’ya devrettiğini söyler. Bu hikâye aynı zamanda Zen Budizm’inin efsanevi kuruluş hikâyesidir. Efsaneye göre, Guatama 80 yaşında Kushinagar’da (günümüzdeki Hindistan başkenti Uttar Pradesh) yediği bozuk bir yemekten zehirlenerek dizanteriden ölür.
Onun bilgeliği kendi öğrencileri tarafından, sözlü olarak yayılmış ve ölümünden yaklaşık 200-300 yıl sonra da yazıya dökülmüştür.

Siddhartha, Kushinagar’da bir kasabada ölür ve Paranirvana’ya ulaşır. Buda’nın son sözleri şöyledir: „Ey keşişler, size söylüyorum: Her olgu, bir gün yok olmak zorundadır. Bu yüzden yorulmadan savaşın.“ „Olgu“ kavramı diğer çevirilerde „bileşik şeyler“ olarak verilmiştir.
Buda, ölümünden kısa bir süre önce kuzeni ve en yakın müridi Ananda’ya şöyle demiştir: „Sana daha önce de söylemedim mi Ananda? Sevdiğimiz her şeyden bir gün ayrılmamız gerekir. Doğan her şeyin bir gün yok olmaması mümkün müdür? Mümkün değildir, Ananda.“
Siddharta Guatama, Hindistan’daki (günümüzde de hala var olan) kast sistemini, sosyal gruplar arasındaki sınıf ayrımını kabul etmez. Öğrettiği bilgi yolu, onlar anlamaya istekli olduğu sürece bütün kadın ve erkeklere açıktır.

ÖZLÜ SÖZLERİ 

Ummaktan vazgeçtiğiniz zaman herşeye sahip olursunuz.

Ne denli az şeyiniz kalırsa,kaygılanacak o kadar az şeyiniz olur.

Bütün nesneler bir tek özden yapılmıştır, ama buna rağmen farklı tesirler altında aldıkları biçimlere göre birbirinden farklı olmaktadırlar. Kendilerini biçimlendirdikleri gibi hareket etmekte ve hareket ettikleri gibi olmaktadırlar.

Fakat şayet doğru yaşayan ve karakteri sağlam bir arkadaş bulamazsa, daha iyisi yanlız yürüsün.Tıpkı saltanat ve hükümet dertlerini arkasında bırakıp, ormanda yanlız bir filmisali hayat yaşıyan bir kral gibi.

Benlik her türlü düşmanlığın, haksızlığın, iftiranın, arsızlığın, hırsızlığın, soygunculuğun, zûlmün ve kan dökmenin başlangıcıdır.

Bir şeyi anlamak o şeyi bağışlamak demektir.

Önce kendi gideceğin yolu öğren, sonra öğretmeye kalk

Kendine bir ışık ol, kendi hakikatının içine doğru tut.

İnsanlar arasında nehri geçip karşı kıyıya ulaşan azdır. Büyük bir çoğunluk nehrin kıyısında bir aşağı bir yukarı doğru koşup durur.

Formlar, benlik/ruh değildir; algılama benlik değildir, kavrayışlar benlik değildir, mental oluşumlar ve hisler de "ben" değildir, hiçbiri "ben"/"ruh" değildir, bunların hepsi değişime tabiidir ve kalıcı değildir.

Nedensellik, etkileşim, koşullar ve ayırt edici algılama...Dört büyük element bunlardandır.

Fiziksel objelerin aslında kendilerinden gerçekliklerinin olmadığını öğretiyorum, bunların ancak zihnin ürünleri olduğunu söylüyorum, aslında hepsi bir hayaldir. Bunların duyularla algılandığı ve ayırt edildiği doğrudur fakat aslında diğer yandan hiçbirinin kendiliğinden kendi doğaları, gerçeklikleri yoktur. Onlar gerçekte görülmüyorlar ama zihin tarafından ‘tasarımlanıyorlar’. Bir bakıma kavranabiliyorlar ama bir bakıma da gerçekte kavranamıyorlar.

Nefret hiçbir zaman nefretle yok edilemez. Nefret sevgiyle yok edilir bu ölümsüz kanundur.

Öfkeyi sevgiyle, kötülüğü iyilikle yen. Açgözlülüğü cömertlikle, yalanı gerçekle yen.

Hınca hınçla cevap verilirse, hınç ortadan kalkar mı?

Uykuda yaşayan insanı uyandırmak için belirli şartların yerine getirilmesi gerekir. Belirli şartlar sağlanamazsa farkındalık oluşmaz.

İnsan isimlere, formlara ve maddesel dünyaya bağlanır ve onların zihnin bir yanılsaması olduğunu, zihinde oluştuğunu unutur ve hata yapar böylece zihnin özgürlüğü engellenmiş olur.

Bizim olan her şey düşüncelerimiz sonucundadır. Düşüncelerimizde kurulur,düşüncelerimizde oluşur. Eğer bir kimse kötü düşünceyle konuşur ya da davranırsa onu tıpkı tekerleğin kağnı çeken bir öküzü izlemesi gibi, acı izler.

Nedensellikler, zerreler, en küçük şeyler, madde, fiziksellikler hepsi gerçekte zihinde oluşan, zihnin oluşturduğu şeylerdir.

Sizi kendinizden başka hiç kimse kurtaramaz. Kendi kendinize ışık olun.

Bir şeye sırf kulaktan duydunuz diye körü körüne inanmayın, birkaç kuşaktan beri itibar görüyorlar diye, geleneklerin de doğru olduğuna inanmayın. Sırf hocalarınızın ya da rahiplerin otoritesine dayanıyor diye hiçbir şeye inanmayın. Ancak bizzat hissettiğiniz, denediğiniz ve doğru olarak kabul ettiğiniz, kendinizin ve başkalarının hayrına olan şeylere inanın ve tutumunuzu onlara uydurun.

Bu dünyayı bir hava kabarcığı bir serap gibi düşün. Dünyayı böyle gören kişiyi ölüm görmez.

Damı basit yapılmış bir eve yağmur dolması gibi, derin düşünmeyen beyine de tutku öyle dolar.

Derin düşünen bilge kişinin tek bir günlük yaşamı, bilgisiz ve kontrolsüz kişinin bütün bir yaşamından daha değerlidir.

Nasıl ki okçu okların düz olmasına özen gösterir,usta da dağınık düşüncelerini öyle toparlayıp yönlendirir.

Kimse 'nasıl olsa bana zararı dokunmaz' diyerek küçücük de olsa kötülük düşünmesin. Su damlalarının damlaya damlaya su kabını doldurması gibi, budala kimse de azar azar toplayarak kendini kötülükle doldurur.

Gökten altın yağsa insanın arzuları doyurulamaz. İsteğin küçük bir zevk verdiğini ve aslında acıya neden olduğunu bilen kişi, bilge kişidir.

Bizden nefret edenlerden nefret etmeden yaşayalım. Gelin, bizden nefret edenler arasında nefretten kurtulmuş olarak yaşayalım.

Sağlık en büyük hediyedir, doyumluluk en büyük zenginlik, güven en iyi akrabalıktır. Nirvana ise en büyük mutluluk.

Başkalarının kusurları kolayca görülür ama kendi kusurumuz görülmez; kişi komşusunun kusurlarını ayıklar bulur, kendi kusurlarını ise kumarda hile ile zar saklar gibi saklar.

Yaşayan varlıkların hepsi; zayıf, güçlü, uzun, kısa, büyük, orta veya küçük görünen, görünmeyen; doğmuş olan veya doğmakta olan, hepsi mutlu olsun! Kimse kimseyi aldatmasın, kimse kimseyi küçümsemesin, kimse kimseye öfke ile darılma ile zarar vermek istemesin.

Geçmişte kim olduğunu bilmek istiyorsan, şu an kim olduğuna bak. Kim olacağını bilmek istiyorsan, ne yaptığına bak.

Aklınla ve sağlıklı zihninle uzlaşmıyorsa hiçbir şeye inanma, onu ben demiş olsam bile.

Kin taşımak yanan bir kömür parçasını başkasına atmak için eline almak gibidir. Sadece kendini yakarsın.

Bırakmayı öğren. Mutluluğun anahtarı budur.

Övmek veya yermek bilge kişinin dengesini bozamaz.

Bir derdin varsa, derman bulmaya çalış; bulamıyorsan da, onu dert etme.

Buddha denizinin kıyıları yoktur.

Bu dünyayı yaratan, zihninizdir.

Ne anne, ne baba ne de herhangi bir akraba insana iyi yönetilen bir akıldan daha fazla yararlı olabilir.

Bir kişinin kendi kendini yenerek kazandığı zafer, bir başkasının savaşta bin kişiyi bin kez yenerek kazandığı zaferden daha iyidir.

Bütün biçimler gerçek dışıdır, bunu idrak edebilen kişi acılara tepki vermez; işte bu saflık yoludur.

Varlığın öteki kıyısına vardığında önce, sonra ve ortada olandan vazgeç.

Öfkeniz yüzünden cezalandırılmayacaksınız, öfkeniz tarafından cezalandırılacaksınız.

İnsan hayatı aslında acılardan ibarettir; bu acıların sebebi bencil ve doymak bilmez isteklerdir; insanın bencilliği ve istekleri sona erdirilebilir; sonuçta bütün bu doymak bilmez arzu ve iştah ortadan kaldırıldığında, ulaşılan durum nirvana olarak adlandırılır. Bencillik ve isteklerden kaçışın yöntemi, "Sekiz Katlı Asil Yol" diye adlandırılır: Doğru görüş, doğru niyet, doğru konuşma, doğru hareket, doğru geçim kaynağı, doğru çaba, doğru düşünme ve doğru meditasyon.












Hiç yorum yok:

Yorum Gönder